Özge Bayraktaroğlu Daunay: OB Design ile Côte d’Azur’da fark yaratıyor
OB Design’ın kurucusu Özge Bayraktaroğlu Daunay, Côte d’Azur’da hayata geçirdiği estetik, işlevsellik ve güvenlik odaklı otel projeleriyle adından söz ettiriyor. Sürdürülebilir mimarlık anlayışıyla yerel dokuyu modern bir vizyonla buluşturan Bayraktaroğlu, bölgenin mimari kimliğine yeni bir soluk kazandırıyor.
Röportaj: Eyüp Engin
Fransa’daki projelerinizden ve özellikle mimarlık yolculuğunuzun sizi nasıl şekillendirdiğinden bahseder misiniz? Eğitiminizin ve uluslararası deneyimlerinizin tasarımlarınıza kattığı farklılıklar neler?
Mimarlık benim için sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi oldu. Paris’teki École Special d’Architecture’de aldığım eğitim, mimari düşünce biçimimi şekillendiren bir temel sağladı. Fransa’nın köklü mimari mirası, detaylara verdiği önem ve fonksiyonelliği estetikle buluşturma anlayışı, tasarımlarımda her zaman rehberim oldu. Uluslararası projelerde yer almak, farklı kültürlerin estetik kodlarını öğrenmeme, mimari anlayışımı genişletmeme ve evrensel bir dil yaratmama olanak sağladı. Bu deneyimlerin her biri, tasarımlarımda yerel bağlamı korurken yenilikçi çözümler geliştirmemi sağlıyor.
Özellikle otel projelerinde hem estetik hem de işlevselliği bir araya getiren tasarımlarınız dikkat çekiyor. Bu projelerde sizi yönlendiren temel tasarım prensipleriniz neler?
Otel projeleri, bir yapının hem kullanıcı deneyimi hem de estetik açısından bütüncül bir anlayışla ele alınmasını gerektiriyor. İlk adım her zaman mekanın hikayesini anlamak oluyor. Mekanın karakterini tanımlamak ve bu hikayeyi estetikle birleştirmek, tasarımın temel taşı. İşlevselliği estetikle harmanlamak adına her detay titizlikle düşünülüyor; sadelik, zamansızlık ve yerel bağlama duyarlılık ise en öncelikli prensiplerim. Konforun sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir boyut olduğunu unutmadan, mekanların ruhunu yaratmayı hedefliyorum.
Otel projelerinizde misafir deneyimini üst düzeye çıkaran mimari dokunuşlarınızdan bahseder misiniz? Hangi detaylar üzerinde yoğunlaşıyorsunuz?
Bir otel tasarımı, misafirin mekana adımını attığı ilk andan itibaren bir deneyim yaratmayı hedefler. Bu yüzden, mekanın akışı, doğal ışığın kullanımı, akustik ve malzeme seçimi gibi detaylar üzerinde titizlikle duruyorum. Örneğin, bir lobi alanında sıcak bir karşılama hissi yaratmak için doğal taşlar ve ahşap gibi malzemeleri harmanlıyorum. Spa alanlarında dinginliği destekleyen yumuşak geçişlere ve ışık oyunlarına öncelik veriyorum. Her detayın, mekana bir hikaye katmasını, misafirin hafızasında bir iz bırakmasını sağlamaya çalışıyorum.
Fransa’da mimarlık yaparken karşılaştığınız en önemli zorluklar nelerdi? Türk kadın mimar kimliğiniz bu süreçte size nasıl bir farklılık kattı?
Fransa, mimari disiplinin hem teknik hem de estetik açıdan sıkı bir şekilde uygulandığı bir ülke. Farklı regülasyonlar ve bürokratik süreçler, adapte olmayı öğrenmem gereken önemli alanlardı. Ancak Türk kadın mimar kimliğim, bu süreçte bana eşsiz bir avantaj sundu. Doğu ile Batı’nın estetik anlayışını sentezleyebilme yeteneğim, tasarımlarımda özgünlük yarattı. Türk misafirperverliğini ve sıcaklığını projelere yansıtmak, otellerde insan odaklı bir tasarım dilini desteklememi sağladı. Fransa’da bu kimlikle var olmak, farklı bir perspektif sunmamı sağladı ve beni yenilikçi çözümler üretmeye teşvik etti.
Otel projelerinizde güvenlik, dayanıklılık ve kalite standartları oldukça önemli. Bu kriterleri karşılamak adına ne tür süreçler uyguluyorsunuz?
Fransa’da projeler, özellikle güvenlik ve kalite standartları açısından son derece titiz denetimlerden geçiyor. Otel projelerinde yangın güvenliği, erişilebilirlik ve enerji verimliliği gibi kriterler her zaman öncelikli. Bu standartları sağlamak için uzman ekiplerle çalışıyorum; malzeme seçiminden inşaat denetimlerine kadar her detay, sıkı bir kontrol sürecinden geçiyor. Avrupa Birliği normlarına uygunluğun ötesinde, tasarımda dayanıklılığı estetikle birleştiren çözümler sunmayı hedefliyorum. Hem güvenliği hem de estetiği göz önünde bulundurmak, projelerimin uzun ömürlü ve fonksiyonel olmasını sağlıyor. Her proje, işlevsellik ve estetik arasında bir denge kurarak uzun vadeli bir kalite sağlamalı.
Sürdürülebilir mimarlık anlayışını otel projelerinize nasıl entegre ediyorsunuz?
Sürdürülebilirlik artık bir seçenek değil, bir zorunluluk. Otel projelerimde doğal aydınlatma kullanımını artırmak, enerji verimliliği yüksek malzemeleri tercih etmek ve yenilenebilir enerji sistemlerini entegre etmek gibi adımlarla çevreye duyarlı tasarımlar yaratıyorum. Geri dönüştürülebilir malzemeler ve su tasarruflu tesisatlar, her projemde mutlaka yer alıyor. Sürdürülebilirlik sadece çevreyi korumak değil, aynı zamanda konfor ve estetiği de destekleyen bir anlayış. Bu yüzden, tasarımlarımı uzun vadeli bir vizyonla ele alıyorum.
Fransa’daki mimarlık yaklaşımıyla Türkiye’dekini kıyasladığınızda, temel farkları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa’da mimarlık, detaycılığın ve işlevselliğin birleştiği bir süreç. Her adım, belirli bir düzen ve regülasyon çerçevesinde ilerlerken, estetik her zaman ön planda tutuluyor. Türkiye ise mimari çeşitliliği ve dinamizmiyle dikkat çekiyor. Hızlı çözüm üretme anlayışı, Türkiye’deki projeleri daha esnek kılarken, estetik unsurlara olan ilgi kültürel bir zenginlik yaratıyor. İki yaklaşımı birleştirebilmek, hem yaratıcılık hem de disiplin açısından uluslararası projelerde büyük bir avantaj sağlıyor. Bu iki dünyanın kesişiminde yer almak, tasarımlarıma özgün bir bakış açısı kazandırıyor.
Bir otel tasarımında estetik bir ruh yaratmak, neden bu kadar önemli?
Estetik bir ruh, bir oteli sıradan bir konaklama alanından, unutulmaz bir deneyim sunan bir mekana dönüştürür. Bunun için önce otelin hikayesini anlamak gerekir. Her detay bu hikayeyi desteklemeli; kullanılan malzemeler, renk paleti, mobilyalar ve hatta kokular… Bir otelin ruhunu yaratmak, her alanın belirli bir duyguyu tetiklemesini sağlamakla ilgilidir. Bu, misafirin otelden ayrıldıktan sonra bile mekandaki deneyimi hatırlamasını sağlar ve aslında tasarımın asıl gücü de burada yatar.